Dördüncü Yol Nedir?

Dördüncü Yol Nedir?

Derleyen: Nusret Sefa Yılmaz

 

1866’da doğan G. I. Gurdjieff, Çalışma diye anılan eğitim sistemini 20. yüzyılın birinci çeyreğinde Batı’ya getirdi. Gurdjieff gençliğinde Asya, Tibet, Mısır ve dünyanın diğer bölgelerinde hayatın anlamını aradı. Çeşitli ruhsal gelenekleri öğrendiği gizli ve ezoterik okullar buldu. Bunlardan bir tanesi de binlerce yıldır öğretmenden öğrenciye devredilen Çalışma denilen kadim, söze dayalı bir gelenekti. Bu uzun araştırmadan sonra Gurdjieff, Rus Devriminden hemen önce, 1913’te Moskova ve St. Petersburg’a gitti.

Gurdjieff burada, neredeyse gençliğinden beri üzerinde çalıştığı Çalışma’yı öğretmeye başladı ve bu evrede, Çalışma’yı Batı zihniyetine uygun bir şekle sokan en önemli öğrencisi ve arkadaşı P. D. Ouspensky ile tanıştı.

Gurdjieff, 1917 Devrimi patlak verdiğinde Kafkasya’daki Essentuki şehrine gitti; sonra 1919’da, Gürcistan’ın Tiflis kentinde İnsanın Uyumlu Gelişimi Enstitüsünü kurdu.

Daha sonraları enstitüsünü İngiltere’nin Londra kentine bağlı Hampstead’de yeniden kurma girişiminde bulundu ama İngiliz hükümetinden vize alamadı. Fransa’ya gitti ve 1922’de Paris Auteil’de bir ev kiraladı. En son olarak Ekim 1922’de Fontainebleau yakınlarındaki Chateau de Prieure’de yerleşti ve 1933’e kadar orada kaldı. Derken Paris’e gitti, öğrencilerle tanıştı ve Çalışma’yı gelecek nesillere nakletmek amacıyla üç kitaptan oluşan All and Everything (Hepsi ve Her Şey) başlıklı seriyi yazdı. 29 Ekim 1949’daki ölümüne kadar da Çalışma’yı öğretmeye devam etti.

1878’de Moskova’da doğan P. D. Ouspensky ise 1915’te Çarlık döneminde ve sonrasındaki Rusya’da Gurdjieff’in bir öğrencisi olmadan önce zaten iyi tanınan bir matematikçi, yazar ve gazeteciydi. Ouspensky, bu öğretiyi sonradan çağdaş Rus diline çevirdi ve aslında parçalar halinde olan bilgileri, Batı zihniyetine uygun bir şekilde düzenledi.

Çalışma’ya ait fikirlerin net biçimde sunulduğu çalışmalarından bazıları şunlardır: İnsanın Gerçeği Kendini Bilmek ve İnsanın Bilinmeyen Psikolojisi.

Yazdığı diğer bazı kitaplar öğrencileri tarafından toplanmış ve ölümünden sonra yayınlanmıştır. Bunlar arasında Dördüncü Yol, A Record of Talks and Answers to Questions based on the Teaching of G. I. Gurdjieff, A Further Record, A Record of Meetings, Şuur: Gerçeğin Araştırılması adlı eserler bulunmaktadır.

 

Doğu ve Batı

Gurdjieff öğretisine göre, Doğu’nun bilgeliği ve Batı’nın enerjisi birlikte çalışacak hale getirilmezse ve uyumla kullanılmazsa, dünya yok olacaktır. Doğu dünyasının dünya çapında önemli bir konuma yükseleceği ve çok güçlü, çok tesirli olan Batı dünyasının kültürüne hakim olacağı bir gün gelecektir. Zaman çok azdır; büyük yıkımdan sakınmak için mümkün olduğunca hızla bu uyumu sağlamak gerekir.

Yeterli sayıda birey, kısmen bile olsa, kendilerini gerçek ve doğal insanlar olmaya doğru geliştirebilirlerse, insan türüne uygun gerçek potansiyelleri kullanabilirlerse, bu gibi bireylerin her biri daha sonra yüzlerce bireyi daha ikna edebilir ve onları kazanabilirler. Böylece onların her biri de kendi gelişimini elde eder ve diğer yüzlerce bireyi etkileyebilirler.

Tarih, insanı bir birey olarak değil bir kütle olarak ele alan politika, kurumsallaşmış din ve diğer organize hareketlerin başarısız olduklarını zaten kanıtlamıştır. Onlar hep başarısız ve ayrı kalacaklardır, dünyadaki her bireyin bütünle uyumlu ama kendi başına gelişimi, tek olası çözümdür.

 

Yollar

Dördüncü Yol’un insanın o güne dek kendisi ile ilgili gerçeği arayışında kullandığı yollar olan ve Keşişin Yolu, Fakirin Yolu, Yoginin Yolu denilen eğitim sistemlerinden farkı, insanın gerçeğini diğer insanlarla birarada, toplumun içinde kalarak, inzivaya çekilmeden veya bir manastıra kapanmadan aramasıdır. Ancak modern yaşam, içsel gerçeğini nasıl arayacağını çoktan unutmuş ama böyle bir ihtiyacı hisseden bireyler için birçok tuzakla doludur. Örneğin beyin yıkama veya düşünce kontrolü, üyeleri üzerinde kontrol oluşturmak için sahte okullar, zararlı zihin kontrolü mezhepleri ve taklit dinler tarafından kullanılan birer metottur. Gurdjieff- Ouspensky Okulu da denilen Dördüncü Yol’un uygulamasını oluşturan Çalışma’nın önemli bir parçası, bireyin kendisinde ve diğerlerinde bunun farkına varması ve bundan sakınmasıdır.

Herhangi biri beyin yıkanmasına maruz kalabilir. Bu yolu izlerken yapılan bir veya daha çok tipik hatanın mevcudiyeti, bireysel olarak kendini kontrol etme gücünüzle ve yüksek içsel gelişim imkanlarınızla ilgili olarak kayıplara zemin hazırlar ve bu kayıplara uğramanızı kolaylaştırır. Sözünü ettiğimiz hatalardan herhangi birinin bile var olması bir grubu zararlı bir tesir diye sınıflandırmaya aday kılar. Dördüncü Yol, böyle gruplarla karşılaşıldığında, dikkatle hareket edilmesini ve grubun etkisinden bağımsız kalma konusunda kendimize aşırı güvenmenin doğru olmadığını önerir.

Böyle bir grup, sadece bireyin dışarıyla olan iletişimi (gördükleri, duydukları, okudukları, yazdıkları ve ifade ettikleri) üzerinde bir baskı kurmaya çalışmakla kalmaz; aynı zamanda bireyin kendisiyle iletişimi diyebileceğimiz, içsel yaşamına da nüfuz etmeyi hedefler. Grubun sadece saf olanı içerme talebi, deneyimler dünyasını saf-saf olmayan, mutlak iyi-mutlak kötü, biz-onlar, okul-yaşam diye ikiye böler. Böylece grup üyeleri saf olmayan-kötü-onlar-yaşam sınıflamasına katkıda bulunan her şeyi arayıp saf dışı etmeye kalkışırlar, aksi halde suç ve utanç ortamı oluşur.

Bu gibi gruplar kendi temel doktrinleri etrafında, bunun insan varlığının düzeninde en son ahlaki vizyon olduğunu iddia ederek bir kutsallık aurası oluştururlar; temel kabulleri apaçık veya ima ederek sorgulamak yasaktır; öğretiyi oluşturanlara, devam ettirenlere ve öğretinin kendisine saygılı olmak bir zorunluluktur; öğreti, mantığın sıradan kaygılarını aşmakta olmasına rağmen takipçileri onun çok mantıklı ve mutlak “bilimsel” kesinliğe sahip olduğunu iddia etmektedirler.

Böyle grupların kullandığı terimler ve lisan, insanoğlunun en yaygın ve karmaşık problemlerini son derece basit, kolay hatırlanan ve kolay ifade edilen kısa, belirleyici sesli klişeler halindedir. Düşünce kontrolü uygulayan grupların, insan deneyimini kendi doktrinlerinin iddialarına boyun eğdirmesi, deneyimin kendisi ile böyle bir deneyimi fazlasıyla soyut biçimde yorumlamaları arasında uçurumlar yaratmaları ve bu uçlar arasında sürekli gidip gelmeleri, en azından dışardaki biri için yarı-gerçekliğin olağandışı aurasını taşıyan bir ortam yaratır.

Bu türden grup üyelerinin belki de en tehlikeli özellikleri, tüm insanlık söz konusu olduğunda iki grup arasında keskin bir ayrım yapmalarıdır: var olma hakkına sahip olanlar (o grubun üyeleri) ve böyle bir hakka sahip olmayanlar (o grubun dışındakiler). Ama üyeler, kendi düşünce ekolüne girildiğinde, “diğerlerinin kendilerini “var olma hakkına sahip” kılabileceklerini ilan ederler.

İşte Dördüncü Yol, bu türden grupların beyin yıkama ve düşünce kontrolü altına girmeden kendi potansiyelimizi açığa çıkarabilmemiz için gereken kendini kontrol etme gücünü ve yüksek içsel gelişim imkanlarını elde etmenin yollarını araştıran ve sunan Çalışma uygulamasını sunar.

 

Doğrulama

Gurdjieff”in öğretisinde yer alan sisteme göre, size söylenen hiçbir şeyi kabul etmemeli ve her şeyin sağlamasını yapmalısınız. Doğrulama, Gurdjieff öğretisindeki çalışmanın ilk prensibidir. Bu, herhangi bir şeye inanmayı reddetmeniz ve her şeyi kolayca kabul etmeniz gerektiği anlamına gelmez.

Bu, teorileri test etmeniz ve onların doğru olup olmadığını uygulayarak bulmanız gerektiği anlamına gelir. Bu gereklilik sadece Çalışma ile ilgili fikirler için değil, yaşamınızın bütün yönleri için de geçerlidir.

Örneğin, bir kimse size insan tipleri teorisinden bahsederse onu kolayca kabul etmemeli ve sanki bu konuda her şeyi biliyormuş gibi konuşmaya başlamamalısınız: “Oh, ben bir Merkür tipiyim, o bir Mars tipi.” Diğer taraftan, bir şey öğrenmek istiyorsanız, en azından otomatik olarak “Bu saçmalık dolu ve düşünmeye değmez” de dememelisiniz. İhtiyacınız olan şey, onu sınıfta veya kafanızda değil, gerçek hayatta denemek ve test etmektir. Dışarıya, sokaklara, yaşamın ortasına gitmeye, insanlara bakmaya ve “Bu insanlar sözü edilen gruplara uyuyorlar mı? Onlarda bana bulabileceğim söylenen özellikleri görebilir miyim? Ne görebilirim?” diye sormanız gerekir.

Doğrulama sizin için en önemli şeydir. Örneğin, insanın uykuda olduğu teorisini öğrenirsiniz. Bu durumda kendinizi gözlemlemeye ve “Ben uykuda mıyım?” testine girmeye ihtiyacınız vardır. Size bunu söyleyen kişiyle, “Evet, öyle gözüküyor,” diyerek hemfikir olmak iyi değildir. Uykuda olduğunuzu görmeniz gerekir.

Görmezseniz, onun üstünde gerçek çalışmak için yeterli gücü bulamayacaksınız, demektir. Varlığınızın içine nüfuz etmesi ve durumunuzu tam olarak anlamanız için, uykunuzun birçok örneklerini tekrar tekrar görmeniz gereklidir.

Uyku, her birey için farklı farklıdır. Siz kendi mekaniğinize sahipsiniz. Sizin için neyin hakikat olduğunu doğrulamak zorundasınız. Size söylenen şeyin, onu size söyleyen kişi için doğru ama sizin için doğru olmadığı bir olay olabilir. Arayıp bulmak için doğrulamalı ve gözlemlemelisiniz.

Sistemde kolayca doğrulanamayan bölümler vardır, örneğin sizin “Ay için besin olduğunuz” teorisi. Böylesine kozmik bir teoriyi, zamanı gelinceye kadar bir köşede bırakmak en iyisi olabilir. Sizin için hiçbir pratik uygulaması yoksa, onun hakiki olup olmaması gerçekten fark etmez ve gerçekten de bunu doğrulayacak hiçbir yol yoksa zamanınızı, doğrulayabileceğiniz şeyler için harcamanız daha iyi olacaktır.

Örneğin, Gurdjieff tekrardoğuşa benzer bir fikir olan tekrarlanma teorisinden bahsetmiştir fakat bunu şu an uygulayabilmek için nasıl doğrulayabilirsiniz?

Çalışma, doğrulama sayesinde asla sıkıcı bir teori haline dönüşmez, asla eskimez ve bayatlamaz; içinizde yeniden ve devamlı olarak yaratılır. Örneğin, devamlı olarak insan tipleri üzerine daha fazla gözlem yapabilir ve kendi doğrulanmış teorinizi kurabilirsiniz.

Doğrulamazsanız, hakkında sadece yüzeysel bir anlayışa sahip olacağı için, çalışmanız etkili olamayacaktır. Bir şeyi doğruladığınızda o sizin olur ve sizden uzaklaştırılamayan bir şey haline gelir.

 

Dikkat ve Dikkati Geliştirme

Bu sistem, bizim sadece bir değil en azından üç beyine (merkeze) sahip olduğumuzu öğretir: düşünce merkezi, duygu merkezi, içgüdü veya hareket merkezi. Her merkez kendi içinde bölümlere ayrılmıştır; her merkez bir mekanik, bir duygu ve bir düşünce bölümüne sahiptir. Dikkatli çalışarak, merkezin hangi bölümünü kullandığımızı bilebiliriz. Hiç veya çok az dikkat gösterdiğimiz zamanlarda, örneğin yaptığımız bir şey hiç çaba sarfetmeden meydana geldiğinde, biz mekanik kısımlar içerisindeyizdir. Dikkatimiz konu üzerinde yoğunlaştığında, örneğin bir şeyle ilgilendiğimizde veya bir şey hakkında heyecanlandığımızda ise duygusal bölümlerdeyizdir. Dikkatimizi yaptığımız şey üzerinde çaba ve istekle tutuyor veya yönlendiriyorsak, o şey hakkında düşünüyor veya hissediyorsak, düşünce bölümlerindeyizdir.

Genelde bizler, esasen merkezlerin mekanik bölümleriyle iş görürüz ve bu durum, araba kullanmak gibi bazı işlerde pek uygundur. Bununla birlikte, mekanik bölümleri günlük görevlerimizin çoğunda çok az veya sıfır dikkat sarf ederek kullandığımız için, yaptığımız şeylerde sık sık hatalar yaparız. Örneğin pasta yaparken önemli bir malzemeyi unuturuz veya fotokopiyi karıştırırız ve yanlış kağıtları birbirine zımbalarız. Bu nedenle, daha fazla dikkat göstererek pekala kaçınabileceğimiz hatalarımızı düzeltmek için gerekenden daha fazla enerji harcarız ve kendi kendimize çıkardığımız ekstra işten dolayı negatif hale geliriz.

Makineyi oluşturan aslında bu merkezlerin bütün bölümleri olmasına rağmen mekanikliğin, daha mekanikten daha az mekanik olana doğru dereceleri vardır. Düşünce bölümlerini kullanmak; daha az mekanik, daha zeki, daha uyanık ve daha iyi bir enerjiyle iş görmek demektir. Halbuki mekanik bölümleri kullanmak daha fazla mekanik, daha az zeki, daha çok uykuda olduğumuz anlamına gelir. Dolaysıyla, insanın kendini bilme çalışması yapması, mümkün olduğunca sık düşünce bölümlerinde olmaya çalışmak ve olmaktır. Bu, kişinin dikkatini çaba ve istekle yönlendirmesini ve onu aktif olarak elde tutmasını gerektirir.

Dikkatle ilgili olarak P. D. Ouspensky “Bu bir çalışmadır ve çalışma enerji gerektirir; öte yandan bu, enerji israfını önler. Eylemleri, dikkat sarf etmeden yapmak daha fazla enerji kaybı anlamına gelecektir.” der.

 

Dışsal – İçsel Dikkat ve İzlenimler

Çalışma’nın bir diğer fikri ise izlenimlerdir. İzlenimler şuurlu olarak edinilirlerse, yüksek hidrojenleri üretmek için bir gıda kaynağıdırlar. Kendini bilme çalışmasının önemli bir kısmı, bunu hem içsel hem de dışsal dikkat vasıtasıyla yapmaya çalışmaktır.

Bir otobüsü ve ağacı gözlemlemek için dışsal dikkat gereklidir. Bu, dikkat çekmeyen bir otobüsü veya bir ağacı “görmek” değildir. Biz aynı ağacı her gün görebilir ama onu tarif edemeyebiliriz. Bir ağacı gözlemlemek ona bir ressam gibi bakmak; rengini, şeklini, yapraklarının ve kabuğunun tipini gözlemlemek demektir. Bu, yeni izlenimler edinmektir ve yönlendirilmiş dikkat gerektirir.

Günlük manzaraları, sıradan izlenimleri ayrıntılı olarak incelemeye gayret etmeliyiz ve izlenimlerin içeriye şuurlu olarak alınmasını artırmalıyız. Örneğin, bir kimsenin zarif görünümüne ve üzerinizde bıraktığı izlenime dikkat ederek, kendi elbisemize karşı daha dikkatli bir hale gelebiliriz; ütülü giysiler giyebilir veya ceketimizin üstüne bir broş takabiliriz. Bu, kişinin dış izlenimini daha rafine hale gelecek şekilde değiştirir ve aynı zamanda içsel izlenimlerimizde kendimizi nasıl hissetiğimizi de değiştirebilir. Bununla birlikte, bir uyarıda bulunalım: güzel izlenimlerin edinilmesi, buna denk bir içsel çalışma yaptığımızı göstermez.

Bizler, içimizde var olan ama oldukça gelişmemiş bir içsel dikkat imkanına da sahibizdir. Dolayısıyla içsel yaşamımız, biraz dışsal yaşamda gördüğümüz otobüsler ve ağaçları andırır şekilde, farkında olduğumuz ama gözlemlemediğimiz ve bundan ötürü ayrıntılarını bilmediğimiz bulanık, karmaşık bir resim gibi gibidir.

Kendini bilme çalışmasında amaç, kendini gözlemleme denen içsel dikkatimizi geliştirmektir. Dışsal dikkatin dışsal nesneler hakkındaki Şuurluluğumuzu artırması gibi, içsel dikkat veya kendini gözlemleme de, düşünceler ve duygular gibi içsel nesneler hakkındaki şuurluluğumuzu artırır. Kendini gözlemleme, birçok ben’lerimizden ayrılmamıza, bütün duyguları ben’lere yüklemememize yardım eden bir araçtır çünkü bir şeyi içsel olarak gözlemlemek, onunla özdeşleşmemize yardımcı olur.

İçsel dikkat veya kendini gözlemlemede gelişmek şuurluluğumuzu artırır ve bu da bizi yüksek merkezlere ve onların bize anlatmak istediklerine karşı artan bir hassasiyete yönlendirir.

 

Dikkat, Özdeşleşme Üzerinde Çalışma ve Hayal Kurma

Yönlendirilmiş dikkati kullanmak, hem özdeşleşmeyi hem de hayal kurmayı azaltmamıza yardım edebilir.

Bu konuda P. D. Ouspensky’nin tavsiyesi şudur: “Beş dakikalık yönlendirilmiş dikkat, yüz adalelerinden başlayarak, şuurunuzu bedenin her bölümüne yönlendirmeniz, özdeşleşilen bazı dönemsel güçlüklerden sakınmak için yapıldığında kesin sonuçlar verecektir.”

Negatif bir duyguyu deneyimliyor olduğunuzu fark ettiğinizde ise, dikkatinizi başka bir şeye, örneğin bir çiçeği koklamaya, onun rengine bakmaya yönlendirin. Negatif duyguyu dışarı itin ve kasıtlı olarak oluşturduğunuz yeni duyguya yer açın. Böylece negatif duygunun kaplayacağı boşluk kalmaz.

 

Bilgi ve Varlık

İnsanın içsel gelişimi, bilginin ve varlığın eş zamanlı olarak büyümesine bağlıdır; bilgi varlığın büyümesine, varlık da bilginin büyümesine yardım eder. Biri, diğerinden fazla büyürse içsel gelişim er ya da geç durur.

 

Bilgi ve Bilgi Seviyeleri

Bilgi, düşünce merkezinin fonksiyonudur ve bir veya daha fazla konunun çalışılmasını içerir. İnsanların sahip olduğu bilgi değişebilir, verilen bir konu hakkında daha fazla veya daha az şey bilebilirler. Genelde Batı’da bilgi büyük saygı görür ve bir konu hakkında derinlemesine bilgisi olan veya bilimsel keşifler yapmış bir kimse zayıf, unutkan, karamsar olsa bile çok beğenilir ve saygı görür.

Çalışma, sıradan bilgi ve gerçek bilgi olduğunu söyler. Sıradan bilgi, bütünle ilişkilerinin nasıl olduğunu anlamadan, ayrıntıları bilmektir. Örneğin günümüzde birçok bilgi dalı çok fazla miktarda detaylı bilgiler elde etmiş durumdadır ve bunlara sürekli bilgi eklenmektedir. Ancak bu büyüyen bilgi yığını, ilkelerle birleşmemiştir ve bilgi parçalarının bütünle ilişkisinin nasıl olduğunu görmek çok zordur. İlkelerle birleştirilmiş bilgi bile, örneğin bu çalama, belirli fikirler sadece tek yanlı olarak de alınıp diğerleri atlandığında, sıradan bilgiye dönüşerek yozlaşabilir.

Öte yandan gerçek bilgi, detayların veya parçaların bütünle ilişkili olan bilgisidir. Örneğin günlük deneyimlerimize çalışmanın ilkeleriyle, şuurla, kozmik kanunlarla, süreçlerle ve bunun gibi şeylerle ilişkili olarak bakışımız gibi.

 

Varlık ve Varlık Seviyeleri

Çalışma, mekanik varlık ve gerçek varlık arasında ayrım yapar.

 

Mekanik Varlık

Mekanik varlık bir insanda olan her şeydir yani kendine atfettiği bütün vasıfları içeren imajinatif ben denilen hatalı kişiliği, birçok muhalif ben’leri, yaklaşımları ve gelişmemiş özüdür. Başka bir deyişle, bir insan varlığı birlik noksanlığıyla, şuur noksanlığıyla, hür irade noksanlığıyla ve yapabilme noksanlığıyla karakterize edilir. Bu, şu anlama gelir: Yaşam yani koşullar değiştiğinde bizim ben’lerimiz de değişmekte ve farklı benler yüzeye çıkmaktadır; sahneyi hemen devralırlar ve önceki ben’in veya ben’lerin farkında değildirler. Her ben, kendi arzusuna sahiptir ve bu arzuya göre keyfi kararlar verir. Dolayısıyla içimizde kontrol yani kalıcı Gerçek Ben yoktur. Dikkat ettiğimizde, şunu görürüz:

Sosyal yüzümüz dostane, yardımcı, işbirlikçiyken evdeki ben’imiz tartışmacı, bencil ve dar zihniyetlidir ya da tam tersi. Genelde ben’den ben’e yaptığımız bu geçişlerin farkında değildir ve üzerinde ya çok az kontrolümüz vardır ya da hiç kontrolümüz yoktur. Bu, varlığımızın mekanik olan halidir. Ben’leri arasında çabuk değişen, kolay kızdırılan veya kolayca negatifleşen bir kişi zayıf bir varlığa sahiptir.

 

Gerçek Varlık

Gerçek varlık, şuurlu bir insanın varlığıdır. Birliğe ve kalıcı bir gerçek ben’e sahip olmakla karakterize edilir. Böyle bir varlığın farklı olma gücü vardır, o yapabilir. Bununla birlikte mekanik bir kişi, aşırı şartlarda bir gerçek varlık olma anını deneyimleyebilir. Örneğin uzun süreli gerginlik, büyük yorgunluk, aşırı tehlike veya hastalık zamanlarında kişinin olağan korkuları, diğerlerinin kendisi hakkında ne düşündüklerine ilişkin endişeleri veya kendi olağan zihin meşguliyetleri kaybolur ve kendisini hissedişi değişir. Bununla birlikte, böyle bir halin daimi duruma gelmesi için insanın kendi üzerinde çok sıkı ve çok uzun süre çalışması gerekir.

 

Varlık Seviyeleri

İnsanlar, farklı varlık seviyelerine sahiptirler. Örneğin, biri kendini hatırlama hakkında bir şey bilmiyordur ama bu teknikten kendisine bahsedildiğinde bunu yapabileceğini düşünür. Bir diğeri kendini hatırlamadığını bilir ve bir başkası ise kendini hatırlamaya yeni başlamıştır. Her insan çeşitli varlık seviyelerini temsil eder.

İnsanlar farklı varlık seviyelerine sahip olmakla kalmazlar, içimizdeki ben’ler de farklı seviyededirler; bazıları daha iyi, bazıları daha kötüdür, bazıları manyetik merkeze bağlıdır, diğerleri yaşamın içine dalmışlardır. Bundan dolayı, belirli bir zamanda daha şuurlu veya daha uykuda, daha bölünmüş veya daha bütün, bir şeyle daha fazla veya daha az ilgili, daha kolay veya daha fazla utanarak yalan söylüyor olabiliriz. Bir mekaniklik duygusuna sahip olabilir veya olmayabiliriz, nispeten daha az negatif duyguya sahip olabilir veya onların içine iyice dalmış olabiliriz.

Varlığımızın farklı seviyelerde olduğu gerçeği, bizi varlığımızı değiştirmeye veya en azından şimdiki varlık seviyemizin ötesindeki şeyleri deneyimlemeye muktedir kılar. Örneğin, belirli bir ben’in bizi çok denenmiş kötü bir yola doğru sevk ettiğini ve bundan kaçınmak için neyin yapılması gerektiğini oldukça net bir şekilde gördüğümüz anlayış parıltılarına sahip olabiliriz ama bunu yapamayabiliriz de. Ortalama varlık seviyemize doğru çekiliveririz. Bu da görme yeteneğimizin, yapabilme yeteneğimizden sıklıkla daha büyük olduğunu gösterir. Bilgimiz, varlık seviyemizden daha büyüktür.

 

Bilgi ve Varlığın ilişkisi

Eğer bilgi varlığı aşarsa, bir insan Çok bilir ama bunu uygulamaya koyamaz. Eğer varlık bilgiyi aşarsa, o zaman bir insan çok fazla şey yapabilir ama ne yapacağını bilemez. Bundan dolayı amaç, bilgi ve varlığın eşzamanlı olarak büyümesidir. Bilgi sadece kelime olarak kalmamalı, kelimelerle bildiği şeyi hisseden ve duyumsayan varlığın içine girmelidir. Örneğin, özdeşleşmenin ne olduğuyla ilgili çok şey duymuş ve bu hale dair entelektüel bir tarife sahip olabiliriz. Bununla birlikte, ailemizin ya da arkadaşlarımızın yandaki odada adımızı andıklarına kulak misafiri oluversek, kendimizi birdenbire özdeşleşme tarafından yutulmuş halde bulabiliriz; neredeyse artık mevcut değilizdir, sanki bedenimiz kapıya yapışmıştır ve onların hakkımızda ne söylediklerini anlama arzusunun pençesindeyizdir. Böyle anlarda yani bilgi, üç merkez (düşünce, duygu ve içgüdü-hareket) tarafından deneyimlendiğinde ortaya anlayış çıkar.

Benzer şekilde, varlık aynı zamanda bilginin büyümesine yardım etmelidir. Öyle ki, kendimiz hakkında bir şey anladığımızda sahip olduğumuz bilgiden daha fazla şey çıkarabilmeliyiz. Örneğin çalışma ile ilgili kitapları tekrar okuyarak, fikirlerde yeni bir şeyler görürüz. Bilginin büyümesine yardım eden varlığın bir diğer unsuru da, varlığımızın o anki halimizin içinde yansımasıdır. Bu, bir halde bilgi alabileceğimiz ve bir diğer halde ise daha fazlasını elde edebileceğimiz anlamına gelir. Yani aldığımız bilgiyle daha fazla bağlantılar kurar, bağlantıları farklı seviyelerde görürüz.

 

Bilgi ve Varlık Üzerine Çalışma

Bilgi üzerinde çalışmak; fikirlerin çalışılması, ayrı ayrı fikirlerin bütünü nasıl meydana getirdiğini görmek demektir. Kendi üstümüzde çalışmak ise bir bütün olarak kendimize ait bir tablo oluşturmak için birçok ben’leri ve benlerin nasıl bağlantılı olduklarını incelemek demektir.

Varlık üstünde çalışma ilk olarak kendi varlığımızı görmeyi gerektirir; kalıcı bir ben’imizin olmadığını, birçok önyargımızın olduğunu, mekanikliğimizi, yanlış kişilik tarafından nasıl yönlendirildiğimizi ve farklı tepki göstermeyi seçemeyeceğimizi görmektir. Samimi olarak kendini gözlemleme, bize gerçekten hiç olduğumuzu, sadece farklı ben’lerin bir karmaşası olduğumuzu gösterecektir.

Kendimizden elde ettiğimiz kendi bilgimize dayanarak, varlık üstünde çalışmak ise farklı bir çabayı gerektirir; içimizdeki belirli tezahürlere karşı durmak. Varlık üstünde çalışma; içteki birliği yaratmak, negatif duyguları ifade etmemek, kendini gözlemlemek, duygular üzerinde çalışmak, özdeşleşmemeye çabalamak, gereksiz konuşmadan kaçınmaya çalışmak, bunun gibi şeylerdir. Yani varlığın değişimi, içsel çabalar şeklinde ödemeyi gerektirir.

 

Kendini Hatırlamak: Şuurluluk ve Kendini Hissetmek

Kendinizi hatırladığınızda, sanki içinizde bir şey açılmışçasına, bir gücün içinize girdiğini hissedersiniz.

Eğer gerçekten kendinizi hatırlarsanız bu, duygusal hale gelir. Kendini hatırlamanın en iyi yolu, nelerin kendini hatırlama olmadığını bulmaya çalışmaktır.

Kendini hatırlama, düşünceyi durdurur.

Kendini hatırlama, belirli bir fenomeni üretme girişimidir yani kişinin içinde şuurun doğması.

Bu fenomen üç kuvvet tarafından üretilir.

  1. Aktif Kuvvet Kişinin kendi organizması
  2. Pasif Kuvvet Bu organizmanın maruz kaldığı durum
  3. Nötralize Eden Kuvvet Daha yüksek bir seviyede ve kalıcı olan, diğer iki kuvvet arasındaki mücadeleyi çözen şey, kısacası Tanrı.

Kendini hatırlama, organizmamızda daha yüksek bir şuur halini uyandırmak için kullanılan bir tekniktir; belirli seviyede kendini gözlemlemenin yanı sıra amaç, istek ve çaba gerektirir.

Dikkatinizi bölmeye ve etrafınızdaki şeyler içerisinde kendinizi, organizmanızı görmeye çalışın. Kendiniz ve çevrenizdeki dünya arasındaki ilişkileri görmeye çalışın. Dışınızda olan ve gözlemlediğiniz şeyler arasındaki ilişkiyi görmeye çalışın. Önünüzde çok zengin bir deneyim dünyası açılacaktır. Ne kadar kenarda kalabilir ve aynı zamanda, o an sizi cezbeden veya sizde nefret uyandıran şeylerle birlikte ne kadar çok kalabilirseniz, daha fazla uyanacaksınız. Buna, çevrenizle olan ilişkinize objektif olarak bakmak denir.

Kendini gözlemleme ve kendini hatırlamada olduğu gibi, bölünmüş dikkatin de birçok dereceleri vardır. Küçükten başlayıp sonra daha büyük çabalara girişin.

Yeni herhangi bir şey, hep küçük parçalar halinde gelir. Hiçbir şey bir kerede tam olarak gelmez. Sadece bir gerçeğe konsantre olmaksınız; uyku ve uyanma olasılığı.

Kendi üzerinizde çalışırken, nesnelerde yeni şeyler hissedebilir, aynı manzaralar, aynı yerler ve yaşamınızdaki aynı olayların size farklı görünmeye başladığını, onlarda daha fazla şey gördüğünüzü fark edebilirsiniz. Bunlar, kendini hatırlamanın normal etkileridir. Sizin için zaman kavramı da değişebilir. Bir gün; bir hafta, bir ay veya daha fazlasının doygunluğunu verebilir. Zaman hem hızlanmış hem de kendiliğinden yavaşlamış gibi görünebilir. Deneyimlerinizin yoğunluğu değişebilir, öyle ki siz bir an içinde daha fazla olay deneyimlemeye başlayabilirsiniz.

 

Özdeşleşme

Gurdjieff öğretisinde, bizi uykuda tutan ve uyanmaktan alıkoyan en güçlü kuvvetlerden biri olan özdeşleşmeyi gözlemlemek çok önemlidir. Çünkü biz her şeyi mekanik olarak yaparız ve tam anlamıyla şuurlu değilizdir, her zaman özdeşleşiriz. Düşüncelerimizle, duygularımızla ve dış yaşamda olan şeylerle özdeşleşiriz.

 

Özdeşleşme Nedir?

Aslında tarif edilmesi zor bir şeydir, çünkü özdeşleşmeden asla bağımsız değilizdir. Dolayısıyla, özdeşleşmenin normal bir durum olduğunu düşünürüz. Bu fikir, benzer bir şekilde Hint ve Budist literatüründe; birtakım şeylere dışsal olarak (mesela işiniz, televizyon, yemek) veya içsel olarak (mesela düşünceleriniz, duygularınız) bağlanmak olarak tarif edilmiştir. Yani belirli bir yaklaşım bütün faaliyetlerimize eşlik etmektedir; o şeylerin arasına gömülmüş hale geliriz, yaptığımız işte kayboluruz. Buna özdeşleşme denir. Özdeşleşme, bir şeyle ilgilenmeyle başlar ve bir sonraki anda siz artık onun içinde olursunuz ve artık siz mevcut değilsinizdir.

Özdeşleşmeye dair verebileceğimiz bazı örnekler:

  • Göreviyle özdeşleşmiş bir kimse bilgisayarla öylesine meşguldür ki, çevresindeki başka bir şeyden haberi yoktur.
  • Banyoyu temizlemeye başladınız ve artık mevcut değilsiniz; siz banyoyu temizleme eylemi haline geldiniz.
  • Duygularımızla özdeşleşmek; öyle ki eğer gerilirsek, tek hissettiğimiz gerilimdir, biz o hal oluruz.
  • Televizyon izlemeyle özdeşleşmek, programın kendisi olmak.
  • Sıkılmak -kişinin kendisiyle özdeşleşmesi.
  • Aşırı şevk de bir özdeşleşmedir.

Yani bir insan uykuda iken, sahip olduğu her düşünceyle, her duygu ve halle, her duyuyla, her hareketle özdeşleşiyordur, çünkü o yaşamın bundan ibaret olduğunu ve hepsinden de öte, bunun yaşamın gerekli bir parçası olduğunu düşünüyordur.

Kendinizi bir süre gözlemledikten ve bir süre hatırlamaya çabaladıktan sonra, kısa sürede kendinizi hatırlamadığınızın ve sık sık da kendinizi hatırlamayı bile hatırlamadığınızın farkına varırsınız. Kendinizi hatırlama sürecindeki temel engel, bizim bir şeyle veya kendimizle özdeşleşiyor olmamızdır.

 

Özdeşleşmeye Karşı Çalışmak

Her sabah uykudan belirli bir miktarda, hatta oldukça fazla enerjiyle uyandığımızı düşünmek faydalıdır. Genelde bu enerji kendi başına çalışır ve bizim belirli bir tarzda eylemde bulunmamızı sağlar. O zaman şu soru ortaya çıkar: Bu enerji, yaptığımız şeyleri bize neden ve nasıl yaptırır ve enerjimizi faydasız şeylere neden ve nasıl harcattırır? Bizi faaliyete, düşüncelere veya duygulara bağlayan özdeşleşme, bağlantıyı sağlayan halkadır. Dolayısıyla, özdeşleşmeyi durdurabilirsek, yönetebileceğimiz daha fazla enerjiye sahip oluruz.

Gurdjieff öğretisi içerisindeki çalışma, bize farklı şekiller alabilen özdeşleşmeyle her gün mücadele etmemiz gerektiğini söyler. Tek yol, özdeşleştiğimiz şey her ne ise, ona bir ölçeklendirme duygusu uygulamak yani dikkatimizi daha önemli bir şeye çevirmektir. Değerli olanı daha az değerli olandan ayırmakla işe başlayalım. Dikkatimizi daha önemli şeylere yöneltebilirsek önemsiz şeylerle daha az özdeşleşiriz.

Kendimizi gözlemlemek de özdeşleşmeye karşı çalışmada bizlere yardımcı olur, çünkü böylece deyim yerindeyse, arkamızda duran ve tam önümüzdeki sahnede duran kendimizi görmemize yardım eden bir şeye sahip olmaya başlarız. Sahte ve belirli şekillerde davranan farklı ben’lerimizi görürüz yani mekanik olduğumuzu görürüz. Bunu bir an için görebilmiş olmamıza rağmen, özdeşleşmenin gücü o kadar kuvvetlidir ki, yine aniden geriye doğru emiliriz ve tezahür ettirdiğimiz ben’ler olduğumuza bir kere daha inanırız.

Belirttiğimiz gibi, özdeşleştiğimiz temel şeyler zaten yaşamı oluşturan olaylardır. Olaylar, nesneleri ve insanları bir ilişkiye sokarlar. Örneğin, komşunuz çok iyi tanımadığımız birisi olabilir, ama onun hakkımızda kötü bir şey söylediğini duyduğumuzda, bizim ve onun arasında bir olay meydana gelir.

Olaylarla özdeşleşme üzerinde çalışmak için kişinin kendisine, “Hangi olayın içindeyim? “Onunla tamamen özdeşleştim mi?” diye sorması faydalıdır.

Bu, sizi dikkat haline sokar ve olayla daha az özdeşleşmenizde size yardım eder. Özdeşleştiğimiz olaydan geriye doğru bir adım atarak çekilmeli, buna çabalamalıyız ve ben’lik duygusunu içeren terimleri dışlayarak, olayın ne olduğunu özetlemeye çalışmalıyız.

Örnegin:

  • Buna kızmak denir.
  • Buna incinmiş ve terk edilmiş hissetmek denir.
  • Buna hayal kırıklığına uğramak denir.
  • Buna altüst edilmek denir.

 

Özdeşleşme Anları

Bir özdeşleşmeme anında olduğunuzda içinizdeki sakin, merkezi bir yerde gibisinizdir; öne çıkmaya ve dikkatinizi zapt etmeye çalışan farklı ben’lerin ve olayların farkındasınızdır. Bu durum adeta, sizinle kalabalık arasında görünmeyen bir polis tarafından oluşturulan bir ara bölgeye sahip olmak gibidir. Buna, bir “Yaşam -haliyle” karşılaştırılan bir “Çalışma hali” de denebilir. Demek ki, mutluluk dolu bir özdeşleşme anını deneyimleyebilmek için, kendimizi her gün bir “Çalışma-haline” sokmamız gerekir, Aksi taktirde kendimizi içinde bulacağımız birçok nahoş halden korunamayabiliriz. Özdeşleşmemek için, amacınızı ve kendinizi hatırlamaya Çalışmanın, çalışmayla bağlantısı olan okuduğunuz bir şeyi zihninizden geçirmenin, başka bir kimse veya belirli bir koşulla ilgili olarak daha şuurlu olduğunuz bir şeyi hatırlamanın, olayları ve insanları Çalışma’nın ışığında görmeye çabalamanın da aralarında olduğu birçok tekniği kullanabiliriz.

Özdeşleşmeye karşı mücadele ederken, bunun pratiğini ilk başlarda daha kolay şartlar altında yapmanız gerektiğini hatırlayın. P. D. Ouspensky’nin söylediği gibi: “Yüzmeyi, fırtınada denize düşünce öğrenemezsiniz. Sakin suda öğrenmelisiniz. Eğer daha sonra düşecek olursanız, o zaman kolayca yüzebilirsiniz!”

 

İmajinasyon

Sıradan anlamıyla ele aldığımızda, “imajinasyon terimi, işleyişinin bizim kontrolümüzde olup olmadığı hakkında bir ayrım yapmamıza izin vermemektedir. İmajinasyon, eğer kontrolümüz altındaysa, kullanılışına göre vizüalizasyon, yaratıcı düşünce, yarada imgeleme gibi isimlerle adlandırılabilir. Ancak kendi başına kalır ve bizi gücüyle ezecek şekilde kontrol ederse, o tahayyüldür.

İmajinasyon, sıradan gündüz düşleri veya kişinin kendi içinde mevcut olmayan güçleri hayal etmesi tarzında olabilir ve burada da yine kendi başına işlemektedir, kontrol altında değildir.

Negatif imajinasyon, bütün nahoş şeyleri hayal etmek, kendine işkence etmek, sizin veya diğer insanların başına gelebilecek olan her şeyi düşüncede canlandırmaktır, imgelemektir. Bu nadiren meydana gelen ve bir içgüdü merkezi fonksiyonu olan gerçek korkudan ayrı bir şeydir. Korku çoğu durumda hayalidir, korku içinizdedir. Negatif duygu, içgüdü fonksiyonunun negatif bölümünden ödünç alınan malzeme ve hayal kurmanın yardımıyla yaratılır.

Bizler yeni deneyimlerimizi açıklamaya çalışırken, imajinasyon devreye girer çünkü kişi iyi bir araçla çok iyi hissedebilirken, iş açıklamaya geldiğinde hiç de iyi olmayan çok hantal bir makine ile açıklamak zorunda kalabilir. İmajinasyon devreye girdiğinde insan kolayca onun içinde kaybolabildiği, tamamen imajinasyonun gücü altında olduğu için ve karar verdiği şeyi yapabileceğini hayal edeceği için, hep gerçek olgularla uğraşmaya çabalamalıdır.

İmajinasyon şuurlu veya kasıtlı düşünmek değil, herhangi bir kontrol veya sonuç olmadan imajine etme anlamında kullanılmaktadır. Çalışmanın amacı, imajinasyonu kontrol etmektir. Eğer, bunun yerine imajinasyon belirli metotlarla daha yüksek duygusal seviyelere dönüştürülürse, kişi saadet hissedebilir ama bu da sadece daha yüksek bir seviyede uyumak demektir. Ve bundan çıkış yolu da yoktur.

Kişi, kendi imajinasyonundaki pek çok şeyi görebilmek için gözlem yapmalıdır. Bir kimse uyanmak için çaba gösterdiğini pekala imajine edebilir. Sadece mümkün olanla, bir adımla başlayın, küçük bir şey yapmaya çabalayın. Sonuçlar size diğer adımları nasıl atacağınızı gösterecektir. Her zaman bir sınır vardır. Eğer kişi çok fazla şey yapmaya çabalarsa, imajinasyon kontrolü eline alır ve o zaman da kişi hiçbir şey yapamaz hale gelir. Hiçbir şey bir kerede değiştirilemez. İmajinasyonla mücadele etmek onun durdurulacağı anlamına gelmez çünkü bu çok daha fazla enerjiyi gerektirecektir. Kişi ancak onu durdurmayı deneyebilir.

Aslında, hayal kurmak çok fazla enerji alır ve düşünceyi yanlış bir yöne döndürür. Doğrulama bundan dolayı gereklidir. İmajinasyon, insanların mekanik tesirleri kolay kabul etmelerine sebep olur ve onlar birbirlerini taklit etmeye başlarlar. Öyle ki, insanlar yaşamlarını sistemleri ve sistem kelimelerini çalışarak geçirirler ve gerçek şeylere asla yaklaşamazlar. Doğrulama olmadan yapılan imajinasyon ya hayal kurmadır ya da kendi kendine yalan söylemektir. Sıradan bilgimizin büyük bir bölümü, sadece imajinasyon içinde mevcuttur. Bu Çalışma’nın öncelikli amacı, uygulanabilirliğidir.

Hayat, kişiliklerin hayali olup olmadığı konusunda bir sınav yapmamızı sağlayabilir. Hayat sizi hoşunuza gittiğini düşündüğünüz koşulların ortasına getirip bıraktığında eğer o koşullardan hoşlanmadığınızı, onlardan hoşlandığınızı hayal ettiğinizi görebilirseniz, işte size bu zannı veren kişiliğin hayali olduğunu fark edebilirsiniz. Aslında mevcut değildir ama biz onun mevcut olduğunu hayal ederiz. O kendi tezahürlerinde mevcuttur ama bizim gerçek bir parçamız olarak mevcut değildir.

Demek ki, kendimizi bile hayal ederiz. Ancak biz, olduğumuzu hayal ettiğimiz şey değilizdir.

Öyleyse imajinasyonun doğru kullanımı; yaratıcı düşünceyi ve vizüalizasyonu, kişinin kendini şuurlu olarak imajine edebilmesi için kullanmaktır. O zaman nasıl davranır, düşünür, konuşurdunuz ?

 

Amacın Gerekliliği

Bizler yaşamda amaçlar tayin ederiz ve onlar olmazsa başıboşuz, hiçbir yere gitmiyoruz, demektir. Örneğin belirli bir işimizin olmasını, belirli niteliklere sahip olmayı veya belirli bir yerde yaşamayı isteyebiliriz. Bu hedeflere ulaşabilmek için çaba göstermek gerektiği kadar fedakarlık yapmak da gereklidir.

Gurdjieff öğretisi niteliğindeki Çalışma’da amaç, bazı açılardan yaşam amaçları için gösterilen çabaya benzer ve feda etmek de gereklidir ama öte yandan yaşamdaki amaçlardan farklıdır çünkü bir Çalışma amacı, yaşamdan çok farklı bir yönde olmakla kalmayıp aynı zamanda yaşama da karşıdır. Örneğin, yaşam amacımız olarak iyi bir iş isteyebiliriz çünkü onun bize yaşamımızda istediğimiz başarı ve itibarı getireceğini düşünürüz. Bu çeşit bir amaç, yaşama yönelik kişiliği besler halbuki Çalışma’daki amaç, kişiliği pasif hale yani efendi yerine hizmetkar haline getirmektir.

Çalışma’daki hedeflerden biri, varlık seviyemizi değiştirmektir ve bunu yapmak için ilk amaç, kendi hakkımızda bilgi edinmektir. Kendimiz hakkında bilgimiz olmadan varlığımızı değiştirmeyle ilişkili amaçları tayin edemeyiz. Kendimiz hakkındaki gerçek bilgi, bizim gibi insanların hayali fikirlerinden, tasvirlerinden ve ne yapacağımız hakkındaki düşüncelerimizden farklıdır ve ancak kendimiz hakkındaki birçok gözlemden ortaya çıkabilir. Bu ise nasıl konuştuğumuzu ve davrandığımızı, ne zaman negatif duygulara sahip olduğumuzu, en çok neyle ve ne zaman özdeşleştiğimizi, ne zaman yalan söylediğimizi ve çeşitli hayal kurma şekillerimizi açık seçik görmemiz gerektiği anlamına gelir. Kısacası, bizi uykuda tutan ve uyanmaktan alıkoyan şeyleri gözlemlemek zorundayız.

Ancak kendimizi ve varlığımızda üzerinde çalışılacak şeyleri gözlemlediğimizde, kendimizde gördüğümüz şeye karşı çalışmak için hedefler tayin edebiliriz. Örneğin, tren veya otobüs geciktiğinde sık sık negatif bir hal içine girdiğinizi, ulaşım sisteminin ne kadar da yetersiz olduğu vs. hakkında durdurulamayan ve sizde enerji kaybına neden olan içsel bir diyaloga girdiğinizi fark edebilirsiniz.

Bu durumda belirleyeceğiniz kişisel amaç, kendinizi içsel olarak bu diyalogdan ayırmaktır. Yaşamsal bir görüş açısıyla bakıldığında bu tür negatif duygulara karşı durmak için herhangi bir sebep göremeyebilir ve bu duyguları tamamen haklı bulabiliriz ama Çalışma’nın bakış açısından bakıldığında bizler uyanmaya çalışıyoruz; dolayısıyla negatif duyguların bizi olumsuz yönde etkilemesinden sakınmaya çabalıyoruz.

 

Amaçlar Çeşitli Ölçeklerdedir

Amaçlar çeşitli ölçeklerdedir. Çok büyük bir ölçekte hedef, uykudan uyanmak, içsel özgürlük elde etmek, şuurlu hale gelmektir. Ancak daha büyük bir amaca ulaşmak birçok küçük amaçlar gerektirir. Örneğin bilgi açısından, biz sadece bilgi yoluyla yeni bir şekilde düşünmeye başlayabileceğimiz için kişisel amaç, kişinin kendisini Çalışma’nın fikirlerine alıştırması anlamına gelir. Yeni bir şekilde düşünerek, Çalışma açısından bizde neyin yanlış olduğunu görebilir ve bundan da bir çalışma amacı elde edebiliriz. Varlık açısından ise kişisel amaç kendimizi Çalışma’nın bilgisine göre gözlemlememiz ve onu kendimize uygulamamız anlamına gelir.

 

İşte amaç edinilebilecek bazı öneriler:

  • Anti-mekanik olan herhangi bir şey geçici bir amaçtır ve uyanmamıza yardım eder. Örneğin, yorgunken gösterdiğiniz çabalar çok faydalıdırlar, tabi onları zorunlu olduğunuz için değil de isteyerek yapıyorsanız.
  • İçinizde Çalışma’nın gücünü yok eden yanlış ve negatif konuşmalara, skandallara, dedikodulara karşı durun. Bunlar bir yalan şeklidir ve yalan, Öz’ün kendisini yok edebilir. Eğer o anda değilse bile sonradan, ne söylediğinize dikkat edin.
  • Çalışma’da size neyin yardım ettiğini ve sizi neyin durdurduğunu bulun.
  • Neye sıkıcı bir şey olarak baktığınıza ve neyin sizi bir süre için pasif hale getirdiğine dikkat edin.
  • İçsel şüphelerinize dikkat edin ve onları Çalışma’nın fikirleri açısından net olarak cevaplamaya çalışın.
  • Sıkıntılarınızı ve yaşamınızdan kasvetli bir şekilde bahsetme eğiliminizi gözlemleyin.
  • Bir kimseyi henüz eleştirmişken, ne söylediğinizin üzerinden dikkatle geçin ve onu kendinize uygulayın. Bu içinizdeki zehri nötralize eder. Yalnızken, oldukça yalnız ve çalışmanın dışında olduğunuz konusunda düşünmek için kendinize izin vermeyin. Genelde yalnızken kendimize değişmek için gereğinden fazla şans veririz.
  • Negatif duygular hakkında amaç belirlerken duyguların düşünceden daha hızlı olduğunu hatırlayın. Onları ilk anda kontrol edemeyebilir ama sonradan hatırlayabilir ve ne olduğunun farkına varabilirsiniz. Bu, onları önceden bilmenizi sağlar.
  • Bütün merkezlerin gelişiminin bir amaç olduğunu hatırlayın. Bu, cahilliğin üstesinden gelmeniz gerektiği ve hayatta mevcut bilgi dallarını ve çalışmaları olabildiğince çok bilmeniz gerektiği anlamına gelir çünkü onların her biri merkezlerin bazı kısmi bölümlerini geliştirir. Eğer bunu Çalışma’nın ışığında yaparsanız, onun neden gerekli olduğunu anlarsanız, Çalışma uyanmanıza yardım edecektir. Ancak Çalışma’yı yaşama yönelik görüş açısına göre yani diğer insanlara karşı üstün olma, diğerlerine rakip olma gibi bir amaçla yaparsanız, Çalışma kullanışsız olacaktır.

 

Amaç Nereden Gelir?

Amaç içimizdeki doğru veya yanlış yerlerden gelebilir. Amaç doğru olabilir ve yanlış bir yerden gelebilir veya amaç yanlış olabilir ve doğru bir yerden gelebilir.

Bir amaç, dikkatin çok az veya hiç olmadığı ya da dağılmış olan merkezlerin mekanik bölümlerinden geliyorsa, o yanlış bir yerden geliyor demektir. Üç merkez vardır: düşünce, duygu, içgüdü-hareket. Her merkezin içinde de üç bölüm vardır; düşünce bölümü, duygu bölümü ve içgüdü- hareket bölümü. Hareket bölümlerinde örneğin gazetelerde okuduklarınız, duyduklarınız, gelip geçici konuşmalar gibi, bir şeyden başka bir şeye atlayan dağılmış dikkat vardır. Bu bölümlerden amaç çıkartamayız çünkü amaç gelip gitmemelidir. Çalışma’nın fikirleri, merkezlerin küçük bölümlerinin içeriye alamayacakları kadar büyüktür ve bu Çalışma’yı anlamak için merkezlerin yüksek bölümlerini kullanmak zorunludur.

Merkezlerin yüksek yani daha şuurlu olan bölümlerinin içine girebilmek için çaba gerektiren dikkat kesilme eylemi gereklidir. Bu yüksek bölümlerde bazı şeyleri sadece bir kereliğine değil de bir arada görebiliriz ve kendimizi gözlemlemek için kullanabiliriz. Kendini gözlemleme, kendimiz hakkında daha şuurlu hale gelmemize yol açar ve böylece amacımız daha net hale gelir. Demek ki, merkezlerin hareketsel veya mekanik bölümlerinden yola çıkarak amaç belirlemek işe yaramaz; amacı nereden belirlediğimiz hakkında düşünmek önemlidir. Bununla birlikte, amacı hemen sürekli bir hale getiremeyiz; bu çalışmayı yapacaksak yapmamız gereken budur diyerek, aniden bir daha negatif olmamaya karar veremeyiz çünkü bu durumda amacımız hakkında hiçbir şey anlamayacağız, demektir. İlk olarak daha küçük bir amaç tayin etmeliyiz. Örneğin, negatif olmak için çok enerji harcadığımızda mutlu olmak için hiç enerjimiz kalmadığının farkına varırız. Ve sonra merkezlerin daha yüksek bölümlerine girmek için enerji ve dikkatimizin kalmadığını görürüz çünkü enerjimizi negatif duygulara harcamışızdır. Bunu anladığımızda, negatif duygular hakkında daha kalıcı ve içimizdeki doğru yerden gelecek bir amaç belirleyebilecek duruma geliriz.

 

Yapay Amaç Ve Gerçek Amaç

Amaç tayin ettiğimizde, başımıza gelen farklı olaylarda onu akılda tutmanın ne kadar zor olacağını sık sık göz önünde bulundurmayız. Düz bir çizgide ilerler gibi gidip hedefimize ulaşacağımızı düşünürüz. Bundan dolayı, amacımız yapay olduğunda ve hevesle yapıldığında, o genelde faydasızdır ve bizi hiç bir yere götürmez.

Yapay amaç nedir? Yapay amaç, dışsal yaşama dönük olan ve arkasında bazı kişisel avantajlar barındıran amaçtır. Örneğin mükafat, diğer insanlar tarafından övülmek, daha iyi düşünebilmek vs… Kutsal metinlerde “Sağ elinin yaptığını sol elin bilmesin” diye öğütlenir. Mesellerin diline göre “sol” zayıf taraf veya kişilik, “sağ” daha derin daha gerçek tarafımız anlamına gelir. Yani eğer kişilikten bir amaç alıyorsak, onu gerçek yanımızla yapıyor olmayacağız, demektir. Bu nedenle gerçek amaç, kelimelerle kolayca ifade edilemeyen, yapay kişiliğinize söylemediğiniz ve derhal elde etmeyi ümit etmeyeceğiniz bir şey olmaktadır. Böylece, amacımızdan sürekli kopup uzaklaşmaktan ya da niyet ettiğimizden farklı bir yöne gidiyor gibi görünmesinden dolayı hayal kırıklığına uğramayız. Gerçek amaçtaki en önemli şey, ona direkt olarak ulaşılamamasıdır. Bu daha çok hedefine varmak için, rüzgara göre bir o yana bir bu yana doğru yol almak zorunda kalan bir yelkenliyle gitmek gibidir.

Gerçek amaç, kendinizde sevmediğiniz ve önünde sonunda değiştirmek istediğiniz bir şeyin duygusal olarak algılanmasıyla Meydana gelir ve sadece uzun süre kendini gözlemlemeden sonra ortaya Çıkabilir. Gerçek amacımıza ulaşmak, hayattaki düşmeler ve sürçmelere rağmen kalıcı olan belirli bir bütünlük duygusuna bağlıdır ve sonuçta gerçek amaca ulaşabilmek için sabıra çok ihtiyacımız vardır.

 

İzlenimler

Gurdjieff öğretisinin uygulama tekniğini oluşturan Çalışma’da, insan makinesinin hayatta kalmak için üç tür besine ihtiyacı olduğu öğretilir:

  • Fiziksel besin,
  • soluduğumuz hava ve
  • her saniye duyu organlarımıza akan dışsal ve içsel izlenimler.

İlk iki besin şekli ile ilgili fikirleri rahatça kabul edebilsek de, izlenimlerin besin olması fikri ile daha önceden hiç karşılaşmamış olabileceğimizden, bunu anlayamayabiliriz.

Çalışma, fikirlerin hakikiliğinin bizzat uygulayan kişiler tarafından doğrulanmasına dayandığı için bu ifadeleri “gerçek” olarak kabul etmemeliyiz. Bizden beklenen şey, bu fikirleri kendimiz için araştırmaktır. Eğer izlenimlerin besin olması fikri zihnimizde ilgi ve merak uyandırdıysa, şimdi okuyacaklarınız size bunları etraflıca deneme gücünü verecektir.

Görsel izlenimler günümüz biliminin perspektifinden ele alındığında, bunlara uzaktaki nesnelerden dağılan ve gözümüze giren ışıkların sebep olduğu düşünülmektedir. Kafamızı sola sağa doğru hareket ettirdiğimizde, bu izlenimlerin farklı birikimlerini görürüz. Bilim, bizim parlaklık ve renk niteliklerimize kabaca uyan ışığın yoğunluk, frekans ve dalga boyu özelliklerini ölçebilir. Aslında ışık gizemli bir maddedir; bir an parçacık olarak, bir sonraki anda ise dalga olarak hareket ediyor gibi görünmektedir. Işık, gözümüze organik bir mercekten dalga olarak girer ama bu dalganın enerjisini gözümüzün arkasındaki bir noktada bölgeselleştiren tekil konileri bir parçacık olarak etkiler.

Gelişimimizin bu noktasında, izlenimleri besin olarak görmeye ve anlamaya henüz başlamadık. Fakat görüntünün nasıl oluştuğuna ilişkin mekaniği göz önünde bulundurmak, kişisel çalışmamızda kullanmamız için malzeme sağlayabilir. Eğer bir şeye bakarken meydana gelen şeyin ne olduğu konusunda uyanık kalabilirsek, kendimizi hatırlayabilir ve bu dışsal izlenimle özdeşleşmekten sakınabiliriz. Örneğin, televizyon izlerken “Odamın köşesinde insan yapımı elektromanyetik bir radyasyon kaynağına bakıyorum.” veya “Televizyonumdan izlenimler alıyorum.” tarzındaki gerçeklerin farkında olursak, deneyimin niteliğinin şiddetli biçimde değiştiğini görebiliriz. Birçok televizyon programından zevk alabilmemiz, aslında ekranda olup biten herhangi bir şeye fazlaca bağlanmamıza bağlıdır. Böyle bir programdan edindiğimiz izlenimler aslında çok az değere sahip olabilirler; kafamızın ve bedenimizin içinde oynayan asıl gösteriyi oluşturan çağrışımları ve duyguları uyandırarak aslında (bu arada enerjimizi kullanarak) içimizdeki bazı düğmelere basmaktadırlar.

Bir maddeyi besin olabilme açısından ele aldığımızda, onu tanımlayışımıza yeni bir unsur katmış oluruz yani onun organizmamız için bir gıda kaynağı olarak uygun olduğunu kabul etmiş oluruz. Organik malzeme açısından bakıldığında taze yetiştirilmiş bir patates, kabuğuyla birlikte yavaşça kızartıldığında, bir paket mısır gevreğine çok benzer. Ama besin olarak ikisi tamamen farklıdırlar. Örneğin, dağ kenarında alınan nefes ile sabah işe koşturma saatlerinde Londra’da alınan nefes arasındaki farkı da aynı şekilde ele alabiliriz. Peki, izlenimleri besin olarak nasıl ele alabiliriz?

Gurdjieff öğretisindeki Çalışma, bu noktada bazı terimler sunmaktadır.

Besin olarak bakıldığında bazı izlenimlerin değeri diğerlerinden daha yüksek olabilir ve belirli izlenimler de organizmamız için gerçekten zararlı olabilirler; bunlara negatif izlenimler denilmektedir. İzlenimler arasındaki farkı, onların duygu merkezimiz üzerindeki etkilerini gözlemleyerek algılayabiliriz. Eğer bir şeyle özdeşleşmişsek (çoğunlukla olduğu gibi) bu etkilere dikkat edemeyiz veya onları yanlış yorumlarız. Ayrıca, eğer farklı izlenimlerin üzerimizdeki etkilerinin derecelerini birbirinden ayırt etmek istiyorsak, makinemizin çalışma şeklini gözlemlemek için zamana ihtiyacımız vardır. Ama eğer gerçek bir sanat eserini düşündükten sonra içimizde hissetmeye başladığımız ‘ince’, ‘narin’ veya ‘yüksek’ enerjiler arasındaki farkları; savaşlarda insanların birbirine gösterdiği gaddarlıkların resimlerine ait negatif izlenimleri düşündüğümüzde hissettiğimiz ‘hasta’, ‘çalkalanma’ veya ‘alçaltıcı’ duygularla kıyaslarsak kabaca da olsa bir fikir edinebiliriz. Hele de bu ikisinden sonra herhangi bir izlenim uyandırmayan bir sanat örneğine bakacak olursak, içimizde herhangi bir duygunun oluşmaması bizi, o gerçek sanat eserinden aldığımız izlenimi, şimdi almış olduğumuzdan çok daha yüksek bir izlenim olarak sınıflandırmaya sevk eder. Bu izlenimlerin hepsi besindir ama farklı düzenlerin besinidirler.

Duygusal merkezimizi, iki ucu da desteklenmiş, üstünden çeşitli şekillerde ve boylarda zillerin sarktığı yatay, metal bir çubuk olarak düşünebiliriz. Herhangi bir şey onları rahatsız ettiğinde bu zillerin hepsi hareket etmekte serbesttir. Eğer bu zillerin üzerine düşen bir sesi yani tipik bir izlenimi gözümüzde canlandırabilirsek, gelen sesin frekansına uyum sağlamış yani onunla rezonansa girmiş zillerin tepki olarak çınlayacağını varsayabiliriz. Enerji, zillere aktarılacaktır ve organizmamız tıpkı bir diyapozonu tutan parmaklarımızın “vızıldamasına” benzer bir yolla, zilleri tutan cihaz vasıtasıyla bu enerjiyi alacaktır. Metal çubuğun bir ucunda değerli metallerden yapılmış, en iyi ipliklerle asılmış, güzel ve zarif ziller olduğunu düşünelim. Bu zilleri çaldıran izlenimleri arayıp bulunmalıdır çünkü çıkardıkları sesler organizmamızı soylu ve iyi enerjilerle kaplayacaktır. Çubuğun diğer ucunda ise bazı eski, paslı su boruları olduğunu varsayalım. Bunların ses vermesini sağlayan izlenimleri bulmak çok kolay olacaktır. Çünkü çalındıklarında bunların çıkardığı gürültü öylesine derindir ki bu titreşim sesten daha çok harekete yakındır. Bu hareket ise bu boruları bir o yana bir bu yana sallayarak, metal çubuğun tamamına yayılacaktır. Diğer ziller de sağa sola savrulacaklar ve bir süre için doğru biçimde ses çıkaramaz hale geleceklerdir. Her şey durulduktan sonra, şunu gözlemleyebiliriz: metal çubuğumuzun sağlamlığı da bu boruları harekete geçiren izlenimlere karşı çok tepkilidir, hele de çubuğun diğer ucundaki o zarif ziller!

İzlenimleri besin olarak düşünmenin yarattığı farkındalığın rolüne geldiğimizde ise görürüz ki, birinci ve ikinci tür besinlerin faydası saf mekaniktir, oysa üçüncü besin olan izlenimlerin faydası onları aldığımız andaki şuur seviyemize bağlıdır. İzlenimler organizmamıza girdiğinde biz orada ve farkında isek, onların organizmamıza faydasını gerçekten ikiye katlayabiliriz. Ayrıca, bize zararlı olan izlenimlere rastladığımız anlarda çabuk ve kararlı hareket ederek onları kontrol altına alabilir ve özümüzü koruyabiliriz.

Beylikduzu Escort